Yakın zamanda İstanbul’da Osmanlı mimarisinin bir başyapıtı olan Süleymaniye Camii’nin büyüleyici iç mekânını ziyaret ettim. Neredeyse beş yüzyıldır İstanbul’un görkemine tanıklık eden bu şaheser, beni derinden etkiledi. İçeri adım attığım anda, vitray pencerelerden süzülen ışığın büyüleyici oyunları ve karmaşık desenler beni hemen kendine çekti, ortamın huzurlu atmosferine renkli bir ahenk kattı. Kubbe ve kemerlerin ihtişamı hayranlık uyandırıcıydı, gözlerim yukarıya çevrilip İslam’ın manevi özünü yansıtan özenle işlenmiş hat yazılarını hayranlıkla izledi. Sarkıt avizeler, caminin canlı kırmızı halısına sıcak ve davetkâr bir ışık yayıyor; insanlar sessizce düşüncelere dalmış bir şekilde oturuyordu. Bu manzara, kutsal mekânın zamansızlığını daha da hissettiriyordu.

Süleymaniye Camii, Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış ve 1558 yılında tamamlanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun altın çağının bir zirvesi olan bu cami, ünlü mimar Mimar Sinan’ın tasarımıdır ve zarafeti, işlevselliği ve manevi sembolizmiyle dikkat çeker. İstanbul’un Üçüncü Tepesi’ne kurulu olan cami, Haliç’e hâkim konumuyla stratejik ve sembolik önemini vurgular. Kompleks, bir zamanlar medreseler, hastane, kütüphane ve aşevi gibi yapıları barındırarak toplumsal hayatın merkezi olmuştur. Bu tarihi şaheserde dururken, büyük bir huzur buldum ve yüzyıllar boyunca bu ihtişama hayran kalan ve bu kutsal mekânda teselli bulan sayısız nesille derin bir bağ kurmuş gibi hissettim. Süleymaniye Camii, yalnızca bir ibadet yeri değil, aynı zamanda İstanbul’un zengin kültürel ve mimari mirasının yaşayan bir simgesidir.